Mine G. Kırıkkanat: Olmak ya da olmamak...

 
Mine G. Kırıkkanat: Olmak ya da olmamak... Mine G. Kırıkkanat: Olmak ya da olmamak...

Yani beyin ölümünü. Çünkü ölüm, son halkası da olsa yaşamın bir parçası. İyi yüzme bilmiyordu.  İstisnasız, hepimiz.  Elbette cahil ve aptalları hesaba katmıyorum. Ne limanlardan umut varne de bu gökyüzünden. Fırtınalara kim yakalanır. Kadri Ergin",. Bütün rüzgârlarım sendenesiyor. Çünkü öfkesinde umut vardır, karamsarlığının gölgesinde de belli belirsiz parlayan ışıklar. Depremde binlerce hemcinsimiz ölüyor, geri kalanlar “olmayı” sürdürüyor.   A. Dostluğumuz, Türkiye’ye döndüğüm 2012 yılına kadar sürmüştü. . BAŞKASI YAŞIYOR YA DA YAŞASIN DİYEYavaş yavaş yan yatan geminin güvertesinde can yeleği bulamayan küçük bir kızın hıçkıra hıçkıra ağladığını görünce “Ben çok yaşadım, artık ölsem de olur” diye düşünüp yeleğini kıza verdi ve halata tutunup suya kaydırdı korumasız bedenini. . Karamsar olmasaydı Moreau, öfkeli olmazdı. Yolcuların canlarını kurtarmak için denize atladığı anda o da sırtına bir can yeleği geçirmiş ama suya atlamakta tereddüt ediyordu. Noktasız “oluyoruz”, noktalı “ölüyoruz”.  İşte bizler de aynı nedenle yaşıyoruz: başkaları yaşıyor ya da yaşasın diye. SONUÇ BELLİ, AMA İNANAMIYORUZDoktor olmaya, mühendis olmaya; yazar, memur, kasap, çöpçü, zengin, iyi, kötü, namuslu, namussuz, adam, kadın, insan olmaya uğraşıyoruz. Açık denizlere yağmurcudükkânı açmış martılar. Gerçek fark, savaşım ve karşıtlık, “olmak” ile “ölmek” arasında. Yanımdayken başlıyor dahabitmiyor hasretin.  Aslında ölümün karşısına yaşamı koymak, bence yanlış.  CESUR TEREDDÜTMarcel Moreau’nun vahşice karamsar bir öfkeyle yazdığı kitapları çok severim.  Denizde öylece, yüzmeye bile çalışmadan gücünün kesilmesini beklerken iki genç kadın geçti yanından. Gencecik yaşta aramızdan ayrılanların garip biçimde çoğaldığı bugünlerde yaşamın anlamını doğum ve mutlak sonu ölüm üzerinden sorgulamayan var mıdır? Sanmıyorum. Son sözü ölümün söyleyeceğini, nihai zaferi mutlaka onun kazanacağını bile bile, olmaya, bir şeyler olmaya çalışıyoruz, habire. . Ölümün her şeyi silip süpüreceğini bilerek sanki kalıcıymışız gibi “olmaya” çaba harcıyoruz.  Kaçınılmaz depremler bekliyoruz, yine de “olmak” peşinde, aklımızı kaçırmadan geleceğe ilişkin planlar, programlar yapabiliyoruz. Beyin kanaması, kalp krizi, trafik kazası, bazen suikast ya da cinayet; beklenmedik dönemeçlerde beklediğini biliyoruz, ölümün. 86 yıllık yaşam kavgası 2020’deki COVID-19 salgınıyla biten Belçikalı yazar Marcel Moreau’yu Paris’te tanımıştım. Dalgalar kötü habercibu gece. Kimimiz başarıyor, kimimiz başaramıyor. Bu iki sözcük arasındaki ses akrabalığı, bir rastlantı değil.  Marcel Moreau, birden canlandı ve yüzmeye başladı, iyi kötü.  ÇARESİZLİĞİN İTİCİ GÜCÜNeden? Nasıl başarıyoruz, nereden buluyoruz bu gücü?Elbette çaresizlikte!Çünkü tek çözüm olarak parmağını kımıldatmadan, yani “olmadan” ölmeyi beklemeyi, yani ölmeden ölüme teslimiyeti öneren bir yaşam alanında; düşmanı yok sayıp “olmaya” çalışmak daha kötü bir seçenek değil. Bir yandan sağlam kulaçlarla suyu yarıyorlar, öte yandan “Ne biçim gemiymiş, yeterli can kurtaran sandalı bile yok! Neyse ki kıyı uzak değil, 15 dakikada varırız” diye sohbet ediyorlardı. KAPTANIN ŞİİR DEFTERİYanımdayken başlıyor dahabitmiyor hasretin. . Yoksul teknelerin yoksulkaptanları. Pusulam özlemine takılmış. Olmazsak ölüyoruz, ölürsek zaten olmuyoruz. Onların harcı değildir ne yaşam ne de ölüm üzerine basmakalıp olmayan düşünce üretmek. Yarım saat sonra sahil muhafaza tarafından kurtarıldı ve kitaplarını yazmayı sürdürdü.  1985’te Filistinli teröristlerce kaçırılmakla ünlenen Achille Laura gemisinin 1994’te yine turistik bir sefer sırasında yanarak battığı gün, yazar Marcel Moreau da yolcuları arasındaydı. Yönler, rotalar kaybolmuş. Ve ölüm karşısındaki çaresizliğin, böyle bir yaklaşımla çareye dönüştüğünü görmek, geçici de olsa bir tatmin. Öfkeli olmasaydı umudu olmaz ve yerleşik düzene teslimiyeti seçerdi, hiç kuşkusuz.

Mine G. Kırıkkanat: Olmak ya da olmamak...

BAŞKASI YAŞIYOR YA DA YAŞASIN DİYEYavaş yavaş yan yatan geminin güvertesinde can yeleği bulamayan küçük bir kızın hıçkıra hıçkıra ağladığını görünce “Ben çok yaşadım, artık ölsem de olur” diye düşünüp yeleğini kıza verdi ve halata tutunup suya kaydırdı korumasız bedenini. Yarım saat sonra sahil muhafaza tarafından kurtarıldı ve kitaplarını yazmayı sürdürdü. Bütün rüzgârlarım sendenesiyor.  1985’te Filistinli teröristlerce kaçırılmakla ünlenen Achille Laura gemisinin 1994’te yine turistik bir sefer sırasında yanarak battığı gün, yazar Marcel Moreau da yolcuları arasındaydı. Ne limanlardan umut varne de bu gökyüzünden. Dalgalar kötü habercibu gece.  Kaçınılmaz depremler bekliyoruz, yine de “olmak” peşinde, aklımızı kaçırmadan geleceğe ilişkin planlar, programlar yapabiliyoruz. İyi yüzme bilmiyordu.  Denizde öylece, yüzmeye bile çalışmadan gücünün kesilmesini beklerken iki genç kadın geçti yanından. 86 yıllık yaşam kavgası 2020’deki COVID-19 salgınıyla biten Belçikalı yazar Marcel Moreau’yu Paris’te tanımıştım. Karamsar olmasaydı Moreau, öfkeli olmazdı. Fırtınalara kim yakalanır. Onların harcı değildir ne yaşam ne de ölüm üzerine basmakalıp olmayan düşünce üretmek.   A. Beyin kanaması, kalp krizi, trafik kazası, bazen suikast ya da cinayet; beklenmedik dönemeçlerde beklediğini biliyoruz, ölümün. Çünkü ölüm, son halkası da olsa yaşamın bir parçası. Açık denizlere yağmurcudükkânı açmış martılar. Yani beyin ölümünü. Ve ölüm karşısındaki çaresizliğin, böyle bir yaklaşımla çareye dönüştüğünü görmek, geçici de olsa bir tatmin.  İşte bizler de aynı nedenle yaşıyoruz: başkaları yaşıyor ya da yaşasın diye. . .  Marcel Moreau, birden canlandı ve yüzmeye başladı, iyi kötü. Gerçek fark, savaşım ve karşıtlık, “olmak” ile “ölmek” arasında. Gencecik yaşta aramızdan ayrılanların garip biçimde çoğaldığı bugünlerde yaşamın anlamını doğum ve mutlak sonu ölüm üzerinden sorgulamayan var mıdır? Sanmıyorum. Öfkeli olmasaydı umudu olmaz ve yerleşik düzene teslimiyeti seçerdi, hiç kuşkusuz.  Aslında ölümün karşısına yaşamı koymak, bence yanlış. Dostluğumuz, Türkiye’ye döndüğüm 2012 yılına kadar sürmüştü. Yönler, rotalar kaybolmuş. SONUÇ BELLİ, AMA İNANAMIYORUZDoktor olmaya, mühendis olmaya; yazar, memur, kasap, çöpçü, zengin, iyi, kötü, namuslu, namussuz, adam, kadın, insan olmaya uğraşıyoruz. Kimimiz başarıyor, kimimiz başaramıyor.  Elbette cahil ve aptalları hesaba katmıyorum. Pusulam özlemine takılmış. . Son sözü ölümün söyleyeceğini, nihai zaferi mutlaka onun kazanacağını bile bile, olmaya, bir şeyler olmaya çalışıyoruz, habire. Bu iki sözcük arasındaki ses akrabalığı, bir rastlantı değil. Çünkü öfkesinde umut vardır, karamsarlığının gölgesinde de belli belirsiz parlayan ışıklar. Yolcuların canlarını kurtarmak için denize atladığı anda o da sırtına bir can yeleği geçirmiş ama suya atlamakta tereddüt ediyordu. . Ölümün her şeyi silip süpüreceğini bilerek sanki kalıcıymışız gibi “olmaya” çaba harcıyoruz. Noktasız “oluyoruz”, noktalı “ölüyoruz”. KAPTANIN ŞİİR DEFTERİYanımdayken başlıyor dahabitmiyor hasretin. Yoksul teknelerin yoksulkaptanları. Bir yandan sağlam kulaçlarla suyu yarıyorlar, öte yandan “Ne biçim gemiymiş, yeterli can kurtaran sandalı bile yok! Neyse ki kıyı uzak değil, 15 dakikada varırız” diye sohbet ediyorlardı.  İstisnasız, hepimiz.  ÇARESİZLİĞİN İTİCİ GÜCÜNeden? Nasıl başarıyoruz, nereden buluyoruz bu gücü?Elbette çaresizlikte!Çünkü tek çözüm olarak parmağını kımıldatmadan, yani “olmadan” ölmeyi beklemeyi, yani ölmeden ölüme teslimiyeti öneren bir yaşam alanında; düşmanı yok sayıp “olmaya” çalışmak daha kötü bir seçenek değil. Yanımdayken başlıyor dahabitmiyor hasretin. Olmazsak ölüyoruz, ölürsek zaten olmuyoruz.  CESUR TEREDDÜTMarcel Moreau’nun vahşice karamsar bir öfkeyle yazdığı kitapları çok severim. Depremde binlerce hemcinsimiz ölüyor, geri kalanlar “olmayı” sürdürüyor. Kadri Ergin",.